Orijinal Adı : The
Pianist
Türkçe İsmi : Piyanist
Yapım Yılı : 2002
Tür : Dram -
Savaş - Biyografi
Süre : 2 Saat 30
Dakika
Yönetmen : Roman
Polanski
Oyuncular :
Adrien Brody - Thomas Kretschmann - Emilla Fox - Michal Zebrowski - Ed Stopparf
- Frank Finlay - Jessica Kate Meyer
imdb puanı : 8.5
Filme geçmeden önce aslında
cevaplamamız gereken bir çok soru var. Bunların bazılarını cevaplandıralım.
Gelecek nedir? Adı üstünde ama
asla tam olarak bilinmeyen zaman silsilesi. Tam olarak ne olacağını tahmin bile
edemeyiz. Geçmiş basittir olanbiten açısından gördüğümüz okuduğumuz kısımdır.
Ama geleceği kitaplardan okuyamayız. Geleceği televizyondan seyredemeyiz,
gazetelerden öğrenemeyiz. Geleceği ancak ve ancak ön görebiliriz. Tamamen
geçmiş duygulara bağlı ileri görüşlü tahminler ile.
İnsanoğlunda yaşama içgüdüsü
nasıl doğar? Hatta soruyu insanoğlu gibi bir konuya indirmeden sadece yaşama
içgüdüsü konusunda incelersek? Nasıl doğar canlıda yaşama içgüdüsü? Gerçektende
yaşama tutunma isteği ile mi yoksa ölümden çekinme korkusuyla mı doğmaktadır? Yaşam
için ne gerekiyorsa yapar insan. Kaçmak gerekiyorsa kaçar, saklanmak
gerekiyorsa saklanır hatta karşı tarafın canını yakmak gerekiyorsa onu da
yapar.
Acılar sonsuz mu? geçiyor...
Zaman geçtikçe geçiyor. Azalmıyor belki ama alışıyor insan. susmak geliyor
içinden bazen de bağırmak her ikisini de yapamasa da alışıyor yavaş yavaş...
Bu sorular ve kendimize göre
cevaplar ile giriyoruz Piyanist filmine.
1 Eylül 1939 dünya için sonun
başlangıcı... Felaketlerin başlangıç tarihi... Dünya'nın hiç bir zaman eskisi
gibi olmayacağı tarih... Almanya'nın Polonya'yı işgali ile II.Dünya Savaşı
başladı. İnsanlık suçu yeni bir beden de doğdu tıpkı önceki savaşlar gibi tıpkı
milattan önce olan kavgalar gibi. Barış olması gereken her zaman diliminde
olmayacak bir savaş sıkıştırmış dünya tarihine insanlar. Tabii kendisini insan
olarak görebiliyorlarsa...
Usta yönetmen Roman Polanski
(((sadece kamera arkasındaki kişiliği ile değerlendiriyoruz))) ailesini, belki
küçük dostlarını, hayallerini ve en önemlisi çocukluğunu kaybettiği yıllara
dönüyor bu filmle. Öyle sadece kelime anlamları ile kaybetmiyor. Annesini
Auschwitz toplama kampında kaybediyor, babası sakat dönüyor, kendisi bir
ambarda saklanarak hayatta kalıyor. Üstelik bunu sağlayan ölen annesi. Dostları
yok oluyor. tüm bunları yaşarken bedeni 6 yaşındaydı ama ruhu ölümsüzdü. Ayakta
kalıyor kısacası. Bunları görmüş bir çocuk bu filmi o kadar vurucu çekmiş ki. Trajedileri
filmde göz önüne sermiştir. Belki o sakat adamı babası olarak düşündü. Belki
Szpilman'ın en küçük kardeşini dostları olarak benimsedi. Dedik ya sadece
kamera arkasındaki kişilik olarak Polanski bir film değil Szpilman ile
hayatının bir kesidini işlemiştir.
Wladyslaw Szpilman adlı bir
piyanist. Rengi, dili, dini, ırkının hiç bir önemi yok sadece bir piyanist.
Radyolarda, restoranlarda çalan;
insanların duygularına notalar ile basan basit bir piyanist. Kendi hikayesini
kaleme alan bu isim milyonlarca insana savaşın aslında kötü bir olay olduğunu
gösteriyor.
Filmi eleştirmeden insanlığı savaşları eleştirmek gerekir eskilerden beri. Düşünelim eskisavaşları bir de şimdikileri. Bence geçmiş zamandaki savaşlarda mertçe savaşılırmış. Eskiden atalarımız zamanında sadece ufacık bir bölgede yapılan savaşlar artık şehir içlerine kadar sokularak ölenlerin sadece asker olmamasını sağladı. Bundan daha da kötüsünü de gösteriyor bu filmde ölüm sadece bir kurşunla olmuyor. Gaz odaları, yakıtı insan olan sobalar, deneye kurban edilen küçük bedenler ve daha niceleri. Aslında bize savaşı değil insan olup olmamamızı sorgulatıyor. İçimizin sızlamasını derin iz bırakmasını sağlıyor. Dünya kendisinin etrafında dönmeyi bırakmak isterdi belki bu olayları bilseydi.
Filmle alakalı en muhteşem sahne
yaşama duygusunun artmasını sağlayan o beyinde çalan piyano sololar. Belki de
sinema tarihinin en vurucu on sahneden biridir.
Tarihi okurken o anki değerler
ile düşünmeliyiz. Evet ama en kötü barış tüm savaşlardan daha iyidir. Tek bir
kaleme bağlı kalmamalıyız tarihi değerlendirirken savaşı Almanlar kazansa şimdi
farklı filmleri farklı bir biçimde eleştirecektik belki ama dedik ya en kötü
barış her savaştan daha üstündür.
Son bir pa.rantez Wilm Hosenfeld hakkında olsun. Alman subayı ama içi daha çok insancıl kalmış bir kişi. Aynı Oskar Schindler gibi. İnsanlığın ölmediğini ve hatta ölmeyeceğini vurgulayan karakter...
Son bir pa.rantez Wilm Hosenfeld hakkında olsun. Alman subayı ama içi daha çok insancıl kalmış bir kişi. Aynı Oskar Schindler gibi. İnsanlığın ölmediğini ve hatta ölmeyeceğini vurgulayan karakter...
Gelmiş geçmiş en kusursuz
performanslar arasında olan Adrien Brody'e en iyi erkek oyuncu ödülünü
kazandırmıştır (ki bu kategoride çağın en iyi oyuncusu Daniel Day-Lewis'i New
York Çeteleri ile geçerek). En iyi filmi maalesef Chicago müzikaline
kaptırmıştır (akademi yine sınıfta kaldığının göstergesi) En iyi yönetmen ödülü
de Roman Polanski'ye verilmiştir.
Son küçücük bir not: Sanat
dünyayı dize getirir.
puanım : 9.0
0 yorum:
Yorum Gönder