8 Mart 2018 Perşembe

The Pianist - Piyanist


Orijinal Adı : The Pianist

Türkçe İsmi : Piyanist

Yapım Yılı : 2002

Tür : Dram - Savaş - Biyografi

Süre : 2 Saat 30 Dakika

Yönetmen : Roman Polanski

Oyuncular : Adrien Brody - Thomas Kretschmann - Emilla Fox - Michal Zebrowski - Ed Stopparf - Frank Finlay - Jessica Kate Meyer

imdb puanı : 8.5


Filme geçmeden önce aslında cevaplamamız gereken bir çok soru var. Bunların bazılarını cevaplandıralım.

Gelecek nedir? Adı üstünde ama asla tam olarak bilinmeyen zaman silsilesi. Tam olarak ne olacağını tahmin bile edemeyiz. Geçmiş basittir olanbiten açısından gördüğümüz okuduğumuz kısımdır. Ama geleceği kitaplardan okuyamayız. Geleceği televizyondan seyredemeyiz, gazetelerden öğrenemeyiz. Geleceği ancak ve ancak ön görebiliriz. Tamamen geçmiş duygulara bağlı ileri görüşlü tahminler ile.

İnsanoğlunda yaşama içgüdüsü nasıl doğar? Hatta soruyu insanoğlu gibi bir konuya indirmeden sadece yaşama içgüdüsü konusunda incelersek? Nasıl doğar canlıda yaşama içgüdüsü? Gerçektende yaşama tutunma isteği ile mi yoksa ölümden çekinme korkusuyla mı doğmaktadır? Yaşam için ne gerekiyorsa yapar insan. Kaçmak gerekiyorsa kaçar, saklanmak gerekiyorsa saklanır hatta karşı tarafın canını yakmak gerekiyorsa onu da yapar.

Acılar sonsuz mu? geçiyor... Zaman geçtikçe geçiyor. Azalmıyor belki ama alışıyor insan. susmak geliyor içinden bazen de bağırmak her ikisini de yapamasa da alışıyor yavaş yavaş...
Bu sorular ve kendimize göre cevaplar ile giriyoruz Piyanist filmine.

1 Eylül 1939 dünya için sonun başlangıcı... Felaketlerin başlangıç tarihi... Dünya'nın hiç bir zaman eskisi gibi olmayacağı tarih... Almanya'nın Polonya'yı işgali ile II.Dünya Savaşı başladı. İnsanlık suçu yeni bir beden de doğdu tıpkı önceki savaşlar gibi tıpkı milattan önce olan kavgalar gibi. Barış olması gereken her zaman diliminde olmayacak bir savaş sıkıştırmış dünya tarihine insanlar. Tabii kendisini insan olarak görebiliyorlarsa...


Usta yönetmen Roman Polanski (((sadece kamera arkasındaki kişiliği ile değerlendiriyoruz))) ailesini, belki küçük dostlarını, hayallerini ve en önemlisi çocukluğunu kaybettiği yıllara dönüyor bu filmle. Öyle sadece kelime anlamları ile kaybetmiyor. Annesini Auschwitz toplama kampında kaybediyor, babası sakat dönüyor, kendisi bir ambarda saklanarak hayatta kalıyor. Üstelik bunu sağlayan ölen annesi. Dostları yok oluyor. tüm bunları yaşarken bedeni 6 yaşındaydı ama ruhu ölümsüzdü. Ayakta kalıyor kısacası. Bunları görmüş bir çocuk bu filmi o kadar vurucu çekmiş ki. Trajedileri filmde göz önüne sermiştir. Belki o sakat adamı babası olarak düşündü. Belki Szpilman'ın en küçük kardeşini dostları olarak benimsedi. Dedik ya sadece kamera arkasındaki kişilik olarak Polanski bir film değil Szpilman ile hayatının bir kesidini işlemiştir.

Wladyslaw Szpilman adlı bir piyanist. Rengi, dili, dini, ırkının hiç bir önemi yok sadece bir piyanist. Radyolarda, restoranlarda  çalan; insanların duygularına notalar ile basan basit bir piyanist. Kendi hikayesini kaleme alan bu isim milyonlarca insana savaşın aslında kötü bir olay olduğunu gösteriyor.

Filmi eleştirmeden insanlığı savaşları eleştirmek gerekir eskilerden beri. Düşünelim eskisavaşları bir de şimdikileri. Bence geçmiş zamandaki savaşlarda mertçe savaşılırmış. Eskiden atalarımız zamanında sadece ufacık bir bölgede yapılan savaşlar artık şehir içlerine kadar sokularak ölenlerin sadece asker olmamasını sağladı. Bundan daha da kötüsünü de gösteriyor bu filmde ölüm sadece bir kurşunla olmuyor. Gaz odaları, yakıtı insan olan sobalar, deneye kurban edilen küçük bedenler ve daha niceleri. Aslında bize savaşı değil insan olup olmamamızı sorgulatıyor. İçimizin sızlamasını derin iz bırakmasını sağlıyor. Dünya kendisinin etrafında dönmeyi bırakmak isterdi belki bu olayları bilseydi.


Filmle alakalı en muhteşem sahne yaşama duygusunun artmasını sağlayan o beyinde çalan piyano sololar. Belki de sinema tarihinin en vurucu on sahneden biridir.

Tarihi okurken o anki değerler ile düşünmeliyiz. Evet ama en kötü barış tüm savaşlardan daha iyidir. Tek bir kaleme bağlı kalmamalıyız tarihi değerlendirirken savaşı Almanlar kazansa şimdi farklı filmleri farklı bir biçimde eleştirecektik belki ama dedik ya en kötü barış her savaştan daha üstündür.
Son bir pa.rantez Wilm Hosenfeld hakkında olsun. Alman subayı ama içi daha çok insancıl kalmış bir kişi.  Aynı Oskar Schindler gibi. İnsanlığın ölmediğini ve hatta ölmeyeceğini vurgulayan karakter...

Gelmiş geçmiş en kusursuz performanslar arasında olan Adrien Brody'e en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırmıştır (ki bu kategoride çağın en iyi oyuncusu Daniel Day-Lewis'i New York Çeteleri ile geçerek). En iyi filmi maalesef Chicago müzikaline kaptırmıştır (akademi yine sınıfta kaldığının göstergesi) En iyi yönetmen ödülü de Roman Polanski'ye verilmiştir.

Son küçücük bir not: Sanat dünyayı dize getirir.



puanım : 9.0

0 yorum:

Yorum Gönder