The Thin Red Line

açıklama.

bohemian rhapsody

açıklama.

Split

açıklama.

Drifters

açıklama.

14 Kasım 2018 Çarşamba

The Danish Girl - Danimarkalı Kız


Orijinal Adı : The Danish Girl

Türkçe İsmi : Danimarkalı Kız

Yapım Yılı : 2015

Tür : Dram - Biyografi - Romantik

Süre : 1 Saat 59 Dakika

Yönetmen : Tom Hooper

Oyuncular : Eddie Redmayne - Alicia Vikander - Matthias Schoenaerts - Adrian Schiller - Amber Heard

imdb puanı : 7.1


20.yüzyılın başlarında gerçekleşen yabancı vücutta var olma çabalarından bir sanat gösterisi. Tarihin ilk transseksüeli Ressam Einar Wegener'in Lili Elbe'ye dönüşü. Einar Wegener'in karısı Gerda Wegener de ressamdır. Hayatlarına konuk olduğumuz filmi yönetmenlik koltuğuna oturan Tom Hooper sayesinde seyrettim ve tanıdım. Acaba bu sefer herkesin sevdiği yönetmeni görebilir miyim diye? Ki göremedim maalesef yer yer olayları derinlemesine verememesine rağmen fena bir iş çıkardığını da söyleyemem. Şimdilik Tom Hooper'ı bir kenara bırakalım filmin incelemesine geçmeden Einar Wegener hakkında bilgiler vermeye geçelim.

Kısaca kimdir? Nedir? Tanıyalım: Einar Wegener Danimarka doğumlu olan bir ressamdır daha doğrusu bir insan. Karısına verdiği pozlarla bildiği hayatı değişen bir insan. İçindeki var olan ama hiç çıkarmadığı kişiliği ortaya çıkan bir insan. Yanlış beden de doğan hayatına böyle devam etmek istemeyen bir insan. Bastırılmış duygular ile kendisini kısıtlayan ama bu bastırılan duyguların bir yerde patlayacağını bilmeden yaşayan bir insan. Günlüklerinde hayatına ilişkin her şeyi tutan kendisini anlayan bu yolda kendini gören herkese ilham kaynağı olan bir insan. Her cümlenin ardına getirdiğimiz gibi o bir İNSAN. Doğdu, yaşadı, fikirlerine inandı inandığı uğruna her şeyini yola serdi. Ben bu filme hiç bir zaman aktivist yada feminen gözlerle bakılmayacağını düşünüyorum. Aslında öyle bir hayat yaşamış ki bu yaşam; dayanma gücünü, inanmayı ve hatta insan olmayı göz önüne seriyor.


Filme geçecek olursak:                                

Filmin en sevdiğim noktasından başlamadan geçemeyeceğim; filmin adı. sade ve çok da yakışmış bir isim "Danimarkalı Kız".

Aşk nedir? Sevgi nedir? Sevdan için neler yaparsın? gibi soruların anlamını biraz olsun kavratabilen bir film var karşımızda. Sevgin için neler yaptıklarından daha çok daha neler yapabilirsin sorusuna karşılık alıyoruz.
"Böyle bir sevgiyi hak edecek ne yaptım?" Baştan sona bu hikaye etrafında dönen bir film bu etkili söz ile film kurgulanmış ve filmin aynası olmuş. Gerçek yaşamdan daha çok aşka ve sevgiye yönelmesi de biraz Tom Hooper'ın kaygılarından kaynaklanıyor olabilir. daha çok sevgi daha çok mutluluk daha çok hüznü o kadar tasvirlemiş ki bir türlü iç dünyalara net bir şekilde yansıtamaması filmin en büyük eksisi. 

Başta da belirttiğimiz gibi 20. yüzyılın başlarına götürüyor film bizi. Dünya savaşı gören ve ordan yavaş yavaş çıkan tarihlere götürüyor bizi film. Her şeyin yıkıldığı Avrupa'da her şey baştan kurulmaya başlıyor. Sanatçıların bile yoklukta kalabileceğini filmde anlayabiliyoruz. Odaların genelde boş olduğu dış mekan tasvirlerinde halkın iyi durumda olmadığını gözlerimizin önüne serse de bazı noktalarında ki detaylar (bale dersler vs.) hayatı yeniden kurma yoluna girdiklerini gösteriyor.
Peki hayatın üzerine yeni bir hayat inşa etmek nasıl bir zorluk olabilir. Tanıdığın, bildiğin bedeni terk edip yeni bir kimlik kazanmak şu an için değil ama o dönemler için nasıl olabileceğini bir düşleyin. Bunu başarmak değil düşlemek bile hayallerin ötesinde bir davranış.

Filmi irdelerken akıllarda kalan ayna sahnesi gerçektende böyle mi düşünüyorlar demek geldi içimden acaba bir ayna görüntüsü ile mi tüm yaşamları değiştirebiliyorlar. Daha doğrusu bildikleri yaşamları bu şekilde mi değiştiriyorlar?
Gelelim öncelikle yönetmene: " Aslında olayları durumu batıran bir Tom Hooper var karşımızda. Olayları insanların görmek isteyeceği bir şekilde anlatıp iç dünyalarına girmemesi biraz filmin sönük kalmasını sağlamakta. Derin anlamları çok fazla olan bir yolculuğun üzerinden sadece kimlik karmaşasını çok iyi irdelemiş. Lili'nin dünyasını yansıtırken aslında dünyası kararan Gerda'yı çok arka plana atmış. Lili ile birlikte inceleyeceği Einar Wegener'in üzerini tamamı ile silip yolculukta tek koltuk kullanmış.  Onu da Eddie Redmayne'ye teslim etmiş işi bitirmiş gibi. (Daha önce de King's Speech'de de Colin Firth'e aynısını yapmıştı.) Çok iyi yönetmen mi? Bence çok çok iyi olan oyuncuların elinde iyi yönetmenlik sıfatına erişebilen biri.
Oyunculara geçecek olursak; cinsel kimlik karmaşası aslında filmin başında göz önünde olmayan ama giderek ağırlık kazanan duyguyu o kadar iyi yansıtmış ki Eddie Redmayne bazı sahnelerinde acaba oynayan Tilda Swinton mu diye ara ara düşündüm (ben çok benzettim).  Giderek verdiği çaresizce duyguları yönetmen bazı noktalarda çok kesmiş ve yönetmene rağmen çok iyi performans sergilemiştir. Benim son zamanlarda gördüğüm en kusursuz oyunculuktan biri. Eğer Stephen Hawking'i canlandırdığı The Theory of Everything en iyi oyuncu ödülünü hak ettiyse (((hakkı yenen Benedict Cumberbatch ile Imitation Game (Yapay Oyun) filmi ile)) bunda kesinlikle en az Leonardo diCaprio (The Revenant - Diriliş) kadar Oscar heykelciğini hak etmiş.
Alicia Vikander rolünün hakkını öyle bir vermiş ki.Gerçekten hem ressam olmuş, hem Ressam Einar Wegener'in karısı olmuş, hem de Lili'nin dostu. Az kaldı gösterildiği her sahne. Keşke yönetmen Lili'nin günlük dünyasından daha fazla odaklansaydı Gerda karakterinin iç dünyasına ve onunla birlikte Einar'ın içine. Rolün içine işleyen duru bir güzellik. Filme girdiği her açıdan filmin yukarı taşınmasını sağlamış ki ben ne kadar iltifat etsem az kalmış olacak ki  Oscar Heykelciği bu film ile kendisine verilmiştir.
Yan rolde Matthias Schoenaerts'ın da hakkını yememek gerekli gayet başarılı bir iş çıkarmış. 

Kostümler harikulade.

Son söz: Seyretmelisiniz her şeyden önce yargıladığınız burun kıvırdığınız herkes "İNSAN" sonuçta. Toplumun her kesiminin insan olmaya ihtiyacı var.


puanım : 7.7

sinemayla kalın



9 Ekim 2018 Salı

Les Choristes (The Chorus) - - - Koro


Orijinal Adı : Les Chorites (((The Chorus)))

Türkçe İsmi : Koro

Yapım Yılı : 2004

Tür : Dram - Müzikal

Süre : 1 Saat 37 Dakika

Yönetmen : Christophe Barratier

Oyuncular : Gerard Jugnot - François Berleand - Kad Merad - Marie Bunel - Jean Baptiste Maunier - Maxence Perrin

imdb puanı : 7.9



1945 yılı yapımı olan La Cage Aux Rossignols (A Cage of Nightingales - Bülbül Yuvası) adlı fransız filmin yeniden çekilmesiyle oluşmuş etkileyici bir müzikal.
Öğretmenliğin nasıl yapılacağını öğreneceğiniz Clement Mahieu'nun hikayesini yansıtıyor Koro filmi ekrana. Bir öğretmen öğrencilerin hayatlarını sonsuza dek değiştirebilir. Bir öğretmen öğrencilerin ufkunu açabilir. Tabii bunlar dışında onları karanlık bir evrene de atabilir korkak yapmakta öğretmenin sorumluluğu o öğrenciyi cesur yapmakta. Clement Mathieu keşke onun gibi bir öğretmenimiz olsaydı. Keşke onun verdiklerini verebilen.

Başta müzikleri ve hiç bir şey anlamasak da içimize işleyen Fransızca şarkılar ile kesinlikle kıyıda köşede kalmış efsane filmlerden biri. Bu tarz filmleri daima sevdim ben belki de öğretmen öğrenci filmleri arasında ayrı yere koymamdaki sebep tamamen müzikleridir. Filmi incelemeden önce ufacık bir not Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ına aday olmuş bir film 2005 senesinde ama karşısına şansızlığından olsa gerek maalesef ödül avcısı efsane filmlerden biri olan almadık ödül bırakmayan  Mar Adentro (The Sea Inside - İçimdeki Deniz) filmi çıkınca Oscar hayali suya düşmüştür. En İyi Özgün şarkıda ise Les Choristes'in kazanmaması da ayrıca bir gariplik. Her ne kadar o dalda kazanan sevdiğim filmlerden olan The Motorcycle Diaries (Motorsiklet Günlükleri) olsa da. Film sadece gözle seyredilmez kulakla duyulmaz ruha işleyen filmlerden biri olan Koro filmini incelemeye geçersek.



Disiplin nedir? Ceza nedir? Eğitim nasıl olmalıdır? Bu sorulara biraz cevap arayan Koro filmi insan sevgisinin de sorguladığı bir film olarak karşımıza çıkmaktadır.

Film bizi II. Dünya Savaşı sonrası Fransa'nın ücra kasabalarından birine götürüyor. Eskiden beri faaliyet gösteren bir erkek yatılı okuluna. İşte filmin başladığı nokta da burası. İşsiz bir müzik öğretmeni olan Clement Mathieu yatılı okula gitmesiyle olaylar gerçekleşiyor. Bu yatılı okul çocukları genelde haylaz arsız olmasına rağmen müziği onları dinginleştirmede kullanıyor ve onlardan bir koro yaratıyor. Hiç kimsenin aklına gelmeyecek şekilde başarılı bir koro. Okul müdürüne rağmen başarılı bir koro. Bunları yaparken oyunculuk bazında sanki Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği) de ki Robin Williams'ı görüyoruz onlara güven aşılayan, onları hayata bağlı kalmalarını sağlayan. 



Clement Mathieu eğitimde cezalandırma sistemini  de sorguluyor aslında disiplinin nasıl olacağını da. Tüm öğretmenlerin cevaplandırması gereken soruların en birincisi belki de. Kalbine dokunduğunuz birinin ceza almasına gönlünüz nasıl el verebilir ki? Sizi örnek alan birinin, size belki de hayran hayran bakan birinin ceza alması vicdanınıza hiç mi koymaz? Cezasız eğitim olur ama sevgisiz asla. Cezasız öğretim olur ama empatisiz asla.



Sorunlu öğrencileri kazanmak ve hayata barıştırmak için zor yolu seçen Clement onlardan birer yıldız yaratma konusunda ilk adımları. İçinde sadece insan sevgisinin olduğu ve belki de başarılı olamayacağı adımları atarken sadece sevgisi ile ayakta kalmanın sıcacık hikayesi.



Her türden insanlarla karşılaşabiliriz. Farklı görüşü farklı yapısı olsa da onlar öncelikle insan bunu unutmamak gerekir. Gencinden yaşlısına zekalısından daha az zekisine kadar herkesin yaşama öğrenme ve kendini ispat etme hakkı var. Bunu sağlamak için disiplin yeterli değil. Dedik ya daha önce insan sevecek önce karşıdakine deger verecek. Bu filmle insan olmayı öğrenebiliriz. Karşıdakinin de birey olduğunu. Değerli bir hocamın da dediği gibi ağaç yaşken eğilmez, ağaç yaşken doğrulur.

"Işıkta olursun karanlıkta sen neyi seçersen gelecek öyle şekillenir."


Muhteşem müziği ile "Vois Sur Ton Chemin" ve Candan Erçetin'in bu film için seslendirdiği efsane şarkı "Sevdim Anladım"...

puanım : 8.8

sinemayla kalın


                 

9 Eylül 2018 Pazar

Mar Adentro (The Sea Inside) - - - İçimdeki Deniz



Orijinal Adı : Mar Adentro - - - The Sea Inside

Türkçe İsmi : İçimdeki Deniz

Yapım Yılı : 2004

Tür : Dram - Biyografi

Süre : 2 Saat 5 Dakika

Yönetmen : Alejandro Amenabar

Oyuncular : Javier Bardem - Belen Rueda - Lola Duenas

Yapım Yeri : İspanya

imdb puanı : 8.0


Hepimiz yaşıyoruz ve yeri geldiğinde ölmek istiyoruz. Peki bunu gerçekten de diliyor muyuz, gerçekten de bu kadar güçlü olabilir miyiz? Ölmenin yaşama son vermenin nasıl bir duygudan oluştuğunu elbette bilemeyiz ama şimdi okuyacaklarınız yüzde yüz gerçek olaydan ortaya çıkan bir film eleştirisinden çok yaşam eleştirisi.


Ufacık bir not filmi izlemediyseniz okumamanızı tavsiye ederim.

Kahramanımız Ramon Sampedro akıl almaz derecede denizlere tutkusu olan genç bir adamdı. Deniz onun yuvası olmuştu, dalgalar ise sevgilisi. Ama her şey farklı gelişiyor hayatta her son mutlu olmuyor. Yükseklerden atladı yuvası dediği denizlere sevgilisi dediği beyaz köpüklerin üzerine. Hayat belki de o anda ona oyun oynadı onu beklercesine. Sular sığlaştı sanki bir anda atladığı yer kayalarla doldu. Ve o özgür adam bir daha asla ayağa kalkamadı hayatının geri kalanı boyunca kıpırdayamadı bir daha. Boynundan aşağısı felç olmuştu. Bedeni yaşamaya devam etse de kendisi tükenmişti. Ne hareket ediyor ne de o aşık olduğu denizlere dönebiliyordu.


Ama ona rağmen yaşadı yaşamaya devam etti her gün ölümü dilese de durdu karşısında her şeyin. Peki neyi vardı Ramon Sampedro'nun? Bol bol ziyaretçileri vardı arkada çalan her daim ince bir  müziği, her daim yanında olan dostları, akrabaları ve aslında her şeyden daha da önemli olan minik bir penceresi uzaklaşmak, kaçıp gitmek için ruhunu her an özgür bırakmak için bir pencere. Zaten onu hayatta tutan özgür ruhu ile yaptığı yolculuklar her gün ve her an. Ruhunun istediği gibi her gün seyahat etmesine rağmen bedeni yatakta kaldı. Bağlı hissediyordu kendini. Hem de öyle bir bağ ki tam tamına 29 sene. Sürekli hareket etme isteği olmasına rağmen kıpırdayamıyordu. Sürekli ölmeyi istemesine rağmen onu da başaramıyordu belki bir eli tutsa her şeye son verebilirdi ama 29 yıl hiç bir şey yapamadı yatmaktan ve tanrıya haykırmaktan başka.


İnsan ölünce ne olur acaba bedeni çürür belki toprak altında ama en azından ruhu tam anlamıyla özgür kalır. Ölmek onun için başlangıçtı ve ölmek onun özgürlüğü olacaktı. Hayallerinden uyanmadan istediği denize dalgalara koşacaktı. Ölmek için defalarca mahkemelere başvurdu daha doğrusu özgürlüğünü almak için ruhunun özgürlüğünü alabilmek için sonuç her defasında ret. Ötenazi yapılması kendi yaşamına kendi isteği ile son verilmesi fikri insanlar için ağır gelmiş olacak ki sadece mahkemelerde konuşulan bir konu olmaktan çıkıp sadece İspanya yerel kanallarında değil Amerika'da ki televizyon kanallarında bile tartışılmıştı. Mahkeme her defasında ret yanıtı verdiği için Ramon her geçen gün daha da kötüye gidiyordu. Bir insanın yok oluşu eriyişi sadece yaşamak zorunda olduğu için  artıyor.


Böyle bir durumda özgür olmak için ölmek şarttır yataktaki hastaya.

O seçimini yaptı belki de kimsenin göze alamadığı seçimi korkusuzca göze aldı he defasında her anında yanındaki her canlıya yaşama sevinci veren Ramon kendi için en güzel hediye olan özgürlüğü verdi.


11 tane ölüm meleği aslında 11'i de suçlu ama 11'i de bembeyaz masum. Biri siyanürü aldı biri bardağa koydu biri karıştırdı diğeri kameraya çekti bu son anları. Özgür ruhlu adam Ramon Sampedro olmak istediği yere denizlere uçtu. 

Vasiyetnamesinde ise şu ibareler döküldü kelimelere


"Sayın Yargıçlar, Sayın Siyasi ve Dini Yetkililer"
‘Biraz önce seyrettiğiniz görüntülerden sonra (son anlarını gösteren film) size soruyorum; biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Vicdanlarınızın vereceği cevap ne olursa olsun, benim için saygınlık bu değildir. Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum. Buna rağmen bu duruma 29 yıl, dört ay ve birkaç gün boyunca tahammül etmek zorunda kaldım. Bunu daha fazla yapmayı reddediyorum! Gördüğünüz gibi yanımda içinde siyanür potasyum bulunan bir bardak su var. Onu içtiğimde, kendi irademle sahip olduğum en özel, en meşru mülkiyete, yani bedenime son vermiş olacağım. Bu özgürlük eylemine sizler ‘intihara yardım’ adını takmışsınız. Ben ise bu eylemi, bir insanın gerçekten ‘benim’ diyebileceği tek şeye, yani bedenine ve onunla birlikte ne varsa, yani hayata, bilince egemen olmasına destek verenlerin insani yardımı olarak adlandırıyorum. Beni seven, beni benmişim gibi seven yakınlarıma ceza verebilirsiniz. Bütün bu sözlerime rağmen yine de ceza vermeyi kararlaştırırsanız, size şunu tavsiye ediyorum: Bacaklarını ve kollarını kesin bana yardım edenlerin, çünkü ben onlardan kaderimi paylaşmalarını istedim...’


puanım : 9.0

8 Mart 2018 Perşembe

The Pianist - Piyanist


Orijinal Adı : The Pianist

Türkçe İsmi : Piyanist

Yapım Yılı : 2002

Tür : Dram - Savaş - Biyografi

Süre : 2 Saat 30 Dakika

Yönetmen : Roman Polanski

Oyuncular : Adrien Brody - Thomas Kretschmann - Emilla Fox - Michal Zebrowski - Ed Stopparf - Frank Finlay - Jessica Kate Meyer

imdb puanı : 8.5


Filme geçmeden önce aslında cevaplamamız gereken bir çok soru var. Bunların bazılarını cevaplandıralım.

Gelecek nedir? Adı üstünde ama asla tam olarak bilinmeyen zaman silsilesi. Tam olarak ne olacağını tahmin bile edemeyiz. Geçmiş basittir olanbiten açısından gördüğümüz okuduğumuz kısımdır. Ama geleceği kitaplardan okuyamayız. Geleceği televizyondan seyredemeyiz, gazetelerden öğrenemeyiz. Geleceği ancak ve ancak ön görebiliriz. Tamamen geçmiş duygulara bağlı ileri görüşlü tahminler ile.

İnsanoğlunda yaşama içgüdüsü nasıl doğar? Hatta soruyu insanoğlu gibi bir konuya indirmeden sadece yaşama içgüdüsü konusunda incelersek? Nasıl doğar canlıda yaşama içgüdüsü? Gerçektende yaşama tutunma isteği ile mi yoksa ölümden çekinme korkusuyla mı doğmaktadır? Yaşam için ne gerekiyorsa yapar insan. Kaçmak gerekiyorsa kaçar, saklanmak gerekiyorsa saklanır hatta karşı tarafın canını yakmak gerekiyorsa onu da yapar.

Acılar sonsuz mu? geçiyor... Zaman geçtikçe geçiyor. Azalmıyor belki ama alışıyor insan. susmak geliyor içinden bazen de bağırmak her ikisini de yapamasa da alışıyor yavaş yavaş...
Bu sorular ve kendimize göre cevaplar ile giriyoruz Piyanist filmine.

1 Eylül 1939 dünya için sonun başlangıcı... Felaketlerin başlangıç tarihi... Dünya'nın hiç bir zaman eskisi gibi olmayacağı tarih... Almanya'nın Polonya'yı işgali ile II.Dünya Savaşı başladı. İnsanlık suçu yeni bir beden de doğdu tıpkı önceki savaşlar gibi tıpkı milattan önce olan kavgalar gibi. Barış olması gereken her zaman diliminde olmayacak bir savaş sıkıştırmış dünya tarihine insanlar. Tabii kendisini insan olarak görebiliyorlarsa...


Usta yönetmen Roman Polanski (((sadece kamera arkasındaki kişiliği ile değerlendiriyoruz))) ailesini, belki küçük dostlarını, hayallerini ve en önemlisi çocukluğunu kaybettiği yıllara dönüyor bu filmle. Öyle sadece kelime anlamları ile kaybetmiyor. Annesini Auschwitz toplama kampında kaybediyor, babası sakat dönüyor, kendisi bir ambarda saklanarak hayatta kalıyor. Üstelik bunu sağlayan ölen annesi. Dostları yok oluyor. tüm bunları yaşarken bedeni 6 yaşındaydı ama ruhu ölümsüzdü. Ayakta kalıyor kısacası. Bunları görmüş bir çocuk bu filmi o kadar vurucu çekmiş ki. Trajedileri filmde göz önüne sermiştir. Belki o sakat adamı babası olarak düşündü. Belki Szpilman'ın en küçük kardeşini dostları olarak benimsedi. Dedik ya sadece kamera arkasındaki kişilik olarak Polanski bir film değil Szpilman ile hayatının bir kesidini işlemiştir.

Wladyslaw Szpilman adlı bir piyanist. Rengi, dili, dini, ırkının hiç bir önemi yok sadece bir piyanist. Radyolarda, restoranlarda  çalan; insanların duygularına notalar ile basan basit bir piyanist. Kendi hikayesini kaleme alan bu isim milyonlarca insana savaşın aslında kötü bir olay olduğunu gösteriyor.

Filmi eleştirmeden insanlığı savaşları eleştirmek gerekir eskilerden beri. Düşünelim eskisavaşları bir de şimdikileri. Bence geçmiş zamandaki savaşlarda mertçe savaşılırmış. Eskiden atalarımız zamanında sadece ufacık bir bölgede yapılan savaşlar artık şehir içlerine kadar sokularak ölenlerin sadece asker olmamasını sağladı. Bundan daha da kötüsünü de gösteriyor bu filmde ölüm sadece bir kurşunla olmuyor. Gaz odaları, yakıtı insan olan sobalar, deneye kurban edilen küçük bedenler ve daha niceleri. Aslında bize savaşı değil insan olup olmamamızı sorgulatıyor. İçimizin sızlamasını derin iz bırakmasını sağlıyor. Dünya kendisinin etrafında dönmeyi bırakmak isterdi belki bu olayları bilseydi.


Filmle alakalı en muhteşem sahne yaşama duygusunun artmasını sağlayan o beyinde çalan piyano sololar. Belki de sinema tarihinin en vurucu on sahneden biridir.

Tarihi okurken o anki değerler ile düşünmeliyiz. Evet ama en kötü barış tüm savaşlardan daha iyidir. Tek bir kaleme bağlı kalmamalıyız tarihi değerlendirirken savaşı Almanlar kazansa şimdi farklı filmleri farklı bir biçimde eleştirecektik belki ama dedik ya en kötü barış her savaştan daha üstündür.
Son bir pa.rantez Wilm Hosenfeld hakkında olsun. Alman subayı ama içi daha çok insancıl kalmış bir kişi.  Aynı Oskar Schindler gibi. İnsanlığın ölmediğini ve hatta ölmeyeceğini vurgulayan karakter...

Gelmiş geçmiş en kusursuz performanslar arasında olan Adrien Brody'e en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırmıştır (ki bu kategoride çağın en iyi oyuncusu Daniel Day-Lewis'i New York Çeteleri ile geçerek). En iyi filmi maalesef Chicago müzikaline kaptırmıştır (akademi yine sınıfta kaldığının göstergesi) En iyi yönetmen ödülü de Roman Polanski'ye verilmiştir.

Son küçücük bir not: Sanat dünyayı dize getirir.



puanım : 9.0

25 Şubat 2018 Pazar

Oscar 2018

Oscar adayları ve tahminlerimiz:


En İyi Film

Call Me By your Name - - - Beni Adınla Çağır
Darkest Hour - - - En Karanlık Saat
Dunkirk
Get Out - - - Kapan
Lady Bird - - - Uğur Böceği
Phantom Thread
The Post
The Shape of Water - - - Suyun Sesi
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri - - - Ebbing Çıkışında Üç Billboard, Missouri

Her şeyden önce favorim Three Billboards Outside Ebbing, Missouri... Guillermo del Toro'nun yönetmenliğini yaptığı The Shape of Water kazanacak söylentisi olsa da parantezi açmamız gereken film kesinlikle Martin McDonagh'ın Three Billboards Outside Ebbing, Missouri adlı filmi... Konusu, hikayesi, oyunculuğu, yönetmenliği ile bu senenin en büyük yapımlarından biri...  Bu kategori de bu sene çok zor olacak geçtiğimiz yıl iki film (Moonlight - La La Land) çok ön planda iken bu sene Three Billboards Outside Ebbing, Missouri dışında ki adaylarda özellikle yönetim açısından kusursuz olan The Shape of Water, senaryosu hikayesi çok iyi olan Get Out, oyunculuk bakımından ders niteliğindeki film olan Lady Bird, ve teknik konuda yine Nolon'un eline su dökülmeyeceğinin farkına bir kez daha varılan film olan Dunkirk... Kısacası eskilerin tabiriyle karakolluk bir kategori bu sene en iyi film kategorisi... Geçen sene ki fiyaskodan sonra dikkatli davranacaklar yanlış zarflara izin vermeden ödülü bence Three Billboards Outside Ebbing, Missouri verecekler... Eğer ödül Three Billboards Outside Ebbing, Missouri 'ye gitmezse hangi filmin almasını isterdim sorusuna cevabım ise Get Out.


Gelelim en iyi yönetmen kategorisine



En İyi Yönetmen

Christopher Nolon - Dunkirk
Jordan Peele - Get Out
Greta Gerwig - Lady Bird
Paul Thomas Anderson - Phanton Thread
Guillermo Del Toro - The Shape of Water


Bu kategoriden bahsetmeden önce Nolon biraz bana Alejandro González Iñárritu'yu anımsatıyor... Onun en film en iyi yönetmen ikilemesini alması gereken yapımı Babel iken verilmemiş Marrtin Scorsese'ye armağan edilmiş bir Akademi Ödülünü yaşamıştık 2007 yada 2008 senesinde. Bundan seneler sonra o kadar iyi olmayan Birdman'e hem en iyi film yönetmen ikilisi gitti daha sonraki yıl da Revenant'a en iyi yönetmen ödülü verilerek üst üste iki yıl en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştır. Sanki Nolon'da bu yoldan ilerliyor Başlangıç ile en iyi yönetmenlik ödülüne aday bile gösterilmedi, ki ödülü Black Swan ile Darren Aronofsky de değil Tom Hooper almıştı King's Speach ile (((küçük birnot: akademiye inancımın kırılmaya başladığı anlar))) Bu yıl da Nolon'u es geçecekleri var sayıp ödülü yönetim anlamında kusursuz işleyen The Shape of Water filmi ile  Guillermo Del Toro'nun kazanacağını hatta bu ödülü çok rahat bir şekilde kazanacağını düşünüyorum... Neden rahatlıkla kazanacak dememdeki sebebi ise biraz olsun akademiyi dengelemek amacı ile en iyi film kategorisinin Martin McDonagh ile Three Billboards Outside Ebbing, Missouri ödülü verip The Shape of Water'ın eline büyük kategorilerde boş döndürmek istememeleri yüzünden bu kategoriyi rahatlıkla kazanacağını düşünüyorum...
(((ufak bir not bence Del Toro'nun en iyi filmi kesinlikle Pan'ın Labirenti filmidir ama o film ile en iyi yönetmen öddülüne aday bile gösterilmedi)))
Eğer sürpriz olacaksa kimden gelir diye düşünürsek kesinlikle gönlümde yatan isim Get Out filmi ile Jordon Peele...
Bu arada büyük alkışı bayan yönetmen Greta Gerwig'e gitmeli. Daha ilk filmi ile bu kategoriye aday gösterilmek çok büyük bir onur olsa gerek...



En İyi Kadın Oyuncu

Sally Mawkins - The Shape of Water
Frances Mcdormand - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
Margot Robbie - I, Tonya
Saoirse Ronan - Lady Bird
Meryl Streep - The Post

Ufacık da olsa kategoriye geçmeden evvel Merry Streep sen ne büyük bir oyuncusun, sen nasıl bir efsanesin? Oyunculuk bazında benim efsanem... Burada bu sene de aday olarak tam 21. adaylığı... Dile kolay 21 adaylık... Ve bundan önceki 20 adaylıkta 3 kez kazanan büyük sanatçı büyük oyuncu... Bizimkiler gibi değil sadece ismen efsane olan oyuncularımız (bir kaçı hariç) gibi değil! Neyse konumuz Türk Sinemasının büyük oyuncularını yermek değil ama efsane nasıl olur, nasıl çizgisi artarak devam eder onu görmek isteyen sadece Meryl Streep, Daniel Day Lewis, Jack Nicholson'u seyretmesi gerektiğini düşünüyorum...
Konumuzdan daha fazla sapmadan en iyi kadın oyuncu kategorisinde kim alır dersek açıkçası çok büyük farkla Frances McDormand kazanacağını düşünüyorum. Tek bir soru işareti Lady Bird de Saoirse Ronan belki sadece belki...



En İyi Erkek Oyuncu

Timothée Chalamet - Call me By Your Name
Daniel Day Lewis - Phantom Thread
Daniel Kaluuya - Get Out
Gary Oldman - Darkest Hour
Denzel Washington - Roman J. Israel, Esq.

Gözümü kapatıp film yapımcısı olduğumu hayal ettim rol için tek hakkımı kesinlikle Daniel Day Lewis için kullanırdım... Oyunculuk bazında kitap çıkarsa ansiklopedi olur bizimkiler gibi magazin dergi kapağı olmaz! Bana göre yaşayan en usta isim olsa da  burada hak geçmesin benim favorim Darkest Hour'da ki efsane oyunculuğu ile Gary Oldman'ın sonuna kadar hak ettiği bir  oscar... Gary Oldman olmayacaksa tabii ki Daniel Day Lewis olmasını isterim ancak Gary dışındaki açılan her oy haksızlık olacağını düşünüyorum...


En İyi Erkek Yardımcı Oyuncu

Willem Dafoe - Florida Project

Woody Harrelson - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
Richard Jenkins - The Shape of Water
Cristopher Plummer - All the Money in The World
Sam Rockwell - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

Sam Rockwell her zaman ikinci adamı efsane oynadı... Benim Sam Rockwell deyince aklıma hemen gelen iki favori filmim Nicolas Cage ile oynadığı Üç Kağıtçılar - Matchstick Man ve o unutulmaz film Yeşil Yol - Green Mile... İkisinde de yan rollerde çok kaliteli oyunculuğunu göstermiştir... Şimdi sıra artık ödül zamanına geldi... Bence kesinlikle kazanacak ama eğer haksızlık edip verilmezse akademi üyeleri toplu halde istifa etmeli... Gelelim diğer adaylara onlarda çok iyi oyunculuklar sergilemişler özellikle de Wiilem Dafoe ve Sam Rockwell'in filmde ki ekürisi Woddy Harrleson  ama dediğim gibi ödül Rockwell'in hakkı...



En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

Mary J. Blige - Mudbound
Allison Janney - I, Tonya
Lesley Manville - Phantom Thread
Laurie Metcalf - Lady Bird
Octavia Spencer - The Shape of Water

Açıkcası duygusal davranıp ödülü Octavia Spencer'ın almasını çok isterim... Ama Akademi benim gibi düşünmez biliyorum onun için ödül Lady Bird filminde ki rolü ile Laurine Metcaif'e verecekler gibi görünüyor... Ama sürpriz bu kategoriden gelebilir...



En İyi Orijinal Senaryo

The Big Sick
Get Out
Lady Bird
The Shape of Water
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

Lady Bird bir adım önde de olsa gönlümden geçen bu ödülü Get Out'un kapması... İki filmi karşılaştırdığım vakit oyunculuk bakımından Lady Bird nasıl çok plana çıkıyorsa senaryo bakımından da Get Out ön plana çıkıyor... Saygıyı sonuna kadar hak ediyor ve hatta bu ödülü de... Diğer adaylar hakkında konuşursak bu kategoride bence bu iki filmin gerisinde gibi gözüküyor...



En İyi Uyarlama Senaryo

Call Me By Your Name
The Disaster Artist
Logan
Molly's Game
Mudbound

Ah Logan, vah Logan sen böyle mi veda edecektin be üstad? Sana böyle mi veda edecektik? Keşke alsan ama alamazsan bile gönlümüzün, kalbimizin kazananı olacaksın... Neyse Logan'a ödülü vermeyecekler gibi görülüyor... Gönül alma ödülü bu kategori olabilir... Akademinin zarfı Call me By Your Name filmine gülüp elinin boş dönmemesini sağlayabilirler... Ki eğer burada ödül alamazsa komple elleri bomboş dönebilir... Eğer Call me By Your Name ödülü kazanamazsa ne olur diye düşünürsek Molly's Game bir adım önde gözüküyor diğer adaylara göre...
Hala biz Logancı olarak kalacağız... Ödülü vermezlerse de yüreğimizin kazananı sensin Hugh Başkan :) :)
 

En İyi Animasyon Film

The Boss Baby
The Breadwinner
Coco
Ferdinand
Loving Cincent

Benim bile çok hoşuma giden Coco burada ödülü kesinlikle almalı, alacak, alması lazım... :)



En İyi Orijinal Şarkı

Mighty River - Mudbound
Mystery of Love - Call Me by Your Name
Remember Me - Coco
Stand Up for Something - Marshall
This is Me - The Greatest Showman

Burada da Coco Remember Me ile çok bence çok önde... Coco'ya ödülü vermezlerse kim alır sorusunda cevap Call me By Your Name ile Mystery of Love ödülü kazanır diye düşünüyorum.

 


En İyi Belgesel Film

Abacus: Small Enough to Jail
Faces Places
Icarus
Last Men in Aleppo
Strong Island

Hiç birini seyretmediğim için favorim diye belirtmeden tamamen okuduklarım kadarı ile Abacus ödülü kazanacak diye favoriymiş... bizde o kazanacak  diyelim...



En İyi Kısa Belgesel Film

Edith+Eddie
Heaven Is A Traffic Jam on 405
Heroin(e)
Knife Skills
Traffic Stop

Bu kategoriden de hiçbirini seyretmediğim için sadece adı hoşuma gitti Heroine kazanacak diyeyim yorum yapmadığımız boş kategori kalmasın...

 


En İyi Yabancı Dilde Film

A Fantastic Woman - Şili
The Insult - Lübnan
Loveless - Rusya
On Body and Soul - Macaristan
The Square - İsveç

Ödülü vermezler ama senenin en iyi yapımlarından birisi kesinlikle Square... Bence bu kategoride fark atması lazım oylama da ama verir mi o saygı değer oy verenler? Sanmıyorum... Ödül yine politik olacak her sene olduğu gibi... Benim favorimde almasını hak edeceğini düşündüğüm yapımda  İsveç filmi Square alsa da alamasa da seyretmenizi tavsiye ediyorum...



En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı

Darkest Hour
Victoria & Abdul
Wonder

Görüntüdeki kişi Gary Oldman desem sadece bu kategoriyi kimin alacağını anlarsınız.



En İyi Film Kurgusu

Baby Driver
Dunkirk
I, Tonya
The Shape of Water
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

Kusursuz bir film teknik açıdan nasıl olmalı? Sorusunun cevabını senelerdir her filminde Christopher Nolan bize gösteriyor... Nolon yine öyle bir film yapmış ki teknik kategorileri silip süpürmesi gerekiyor... Hakkıdır sonuna kadar sürpriz olabileceğine ihtimal dahi vermiyorum bu kategoride...



En İyi Görsel Efekt

Blade Runner 2049
Guardians of the Galaxy vol.2
Kong: Skull Island
Star Wars: The Last Jedi
War for the Planet of the Apes

Lütfen ama lütfen sıktı artık Maymunlar Cehennemi... Ne olursunuz ödülü vermeyin ne ona ne King Kong'a... Artık dur denmeli eskiden enfes hikaye ve konu, senaryo bakımından efsane işler olmuş olabilir ama artık yeter bir ara verilsin en az bir yirmi sene...
Neyse benim favorim bu kategoride Blade Runner 2049... Eğer Blade Runner alamazsa ödülü Star Wars alsın eğer o da olmazsa pas geçin bu ödülü...



En İyi Film Müziği

Dunkirk
Phantom Thread
The Shape of Water
Star Wars: The Last Jedi
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri

Karar veremediğim kategori aslında biraz daha yakın olduğum The Shape of Water olsa da Dunkirk'ün de müzikler konusunda efsane olduğu kesin o yüzden bu kategoride bu iki filmden ödülü kim alırsa alsın alkışlamak gerekli...



En İyi Ses Miksajı

Baby Driver
Blade Runner 2049
Dunkirk
The Shape of Water
Star Wars: Last Jedi

Az önce açılımını yaptık teknik bakımından kusursuz olan Dunkirk bence ödülü alıp eve gitti bile...


En İyi Ses Kurgusu

Baby Driver
Blade Runner 2049
Dunkirk
The Shape of Water
Star Wars: Last Jedi

Yine, yeni, yeniden Dunkirk bu kategorilerde sürpriz olamayacak gibi...


En İyi Kostüm Tasarımı

Beauty and The Beast
Darkest Hour
Phantom Thread
The Shape of Water
Victoria & Abdul

1950'ler İngilizler, sosyeteler, o dönemin kıyafetleri nasıl mıydı? Ödülün hakkı Phantom Thread... Ama anlamsız şekilde es geçip Beauty and The Beast filmine ödül giderse şaşırmam yaparlar bu anlamsız tercihleri yaptılar da...



En İyi Sinematografi

Blade Runner 2049
Darkest Hour
Dunkirk
Mudbound
The Shape of Water

Dunkirk'e bu konuda tek rakip Blade Runner2049...


En İyi Yapım Tasarımı

The Shape of Water
Beauty and The Beast
Dunkirk
Blade Runner 2048
Darkest Hour

Son olarak Dunkirk diyelim ve bitirelim...


sinemayla kalın demeden önce siz de favori filminizi yorum kısmından yazabilirsiniz. Anonim olarak da yorum ekleyebilirsiniz:)

şimdilik sinemayla kalın:)