25 Şubat 2018 Pazar
7 Ağustos 2017 Pazartesi
Into The Wild - - - Özgürlük Yolunda - - - Vahşi Doğaya Doğru
Orijinal Adı : Into The Wild
Türkçe İsmi : Özgürlük Yolunda ( Vahşi Doğaya Doğru )
Yapım Yılı : 2007
Tür : Dram - Biyografi
Süre : 2 Saat 28 Dakika
Yönetmen : Sean Penn
Oyuncular : Emile Hirsch - Marcia Harden - William Hurt - Vince
Vaughn - Kristen Stewart - Zach Galifianakis - Jim Gallien
imdb puanı : 8.1
"İnsanları severim ama
doğayı daha çok severim" (Lord Byron)
Özgürlük...
Kaybedince değerini anlayacağımız
bir olgu... Şu anda farkına varamıyoruz hiç bir şekilde ot gibi yaşayıp gidiyoruz
belki de. Bir amacımız var mı? Bir olayımız? Kurgumuz? Düşüncelerimiz? Belki de
hepsini geri düşüncelere itip yaşamaya devam ediyoruz. Amacımız para kazanmak
hatta çok para kazanmak. Bunların dışında aile kavramları ve sağlık geliyor.
Neden bu kadar körüz neden bu kadar önemsiz hissediyoruz ki kendimizi? Hepsi bir
avuç para için, banka hesaplarındaki bol 0 için. Ama değeri kaybedince
anlaşıyor gidenlerin.
Mutluluk...
Sadece paylaşıldığı zaman gerçek
mutluluk oluyor. Paylaştığınızın kim olduğu önemli aslında onun değerini
anlayan biri ile paylaşmalısınız yada doğa ananın yüreğiyle, kitapların uçsuz
bucaksız sayfalarıyla paylaştığınız zaman mutlu oluyorsunuz. Bunun dışında mutluluk
çok yakınlarda olmayabilir. Ya kendisi bizi bulacak ya da yol almak gerecek.
Adım atmaya başladığınızda ise kendiniz mutlu olmaya başlayacaksınız.
İşte önemli değerlerden ikisini
işliyor Sean Penn aslında hem özgürlüğü hem de mutluluğu gösteriyor. Birisinin
olup diğerinin olmadığı bir hayatı gösteriyor. Mutluysan özgürsün, özgürsen
mutluluğa açıksın. Kamerasından bizlere öyle bir yansıtıyor yakını uzak eden olguları
uzağı ise yakın yapan şeyleri gösteriyor. Dünya üzerinde böyle hikayeler çok
vardır her şeyi geride bırakıp yol almak, gitmek uzaklara yaşamı özgürlüğü ve
onun tadına varınca mutluluğu tadmak. Ama kahramanımız Christopher McCandless
farklı bir yol izlemiştir kendine. İyi eğitimli, mutlu bir hayata sahip olan
biri bir çoğumuzun gıpta ile baktığı hayattan bunalan, paranın saadetine
inanmayan, yola koyulan bir gezgin.
Hem de Vahşi Doğa'ya doğru yola
çıktı. Takvimler 1990 yılını gösterdiği sıralar Alaska'ya doğru... Ardında her
şeyini bırakarak. Dünya malını bırakıp asıl dünyanın kucağındaki güzelliğe
doğru... O an'ların güzelliği ise Sean Penn'in o kadraj açısında doğayı bir
resim gibi gösterdiği kareler ile aslında neyin güzel olduğunu da kavrıyor
insan.
Emile Hirsch rolünde o kadar
büyüyor ve bizleri o kadar büyülüyor ki gördüğüm en iyi erkek oyuncu
performanslarından biri oluyor. Akademi törenlerine karşı tutumumun değiştiği
sene. En iyi erkek oyuncu dalında aday gösterilmeyerek düşüşe geçti.(((tamam
çağın en iyi oyuncusu Daniel-Day Lewis--There Will Be Blood ile ödülü aldı,
Viggo Mortensen--Eastern Promises ile Johnny Depp--Sweeney Tood ile aday oldu
ancak diğer adaylıklardan çok önce yazılması gereken isimdi Emile Hirsch))). Bu
rol için zaten zayıf bedenine rağmen 20 kilo vermiş olması da aklıma Cristian
Bale'i getirdi. Hakkı yenilen bir film.
Gerçi akademi o sene Sean Penn'e
karşı aldığı bir boykot olabilir 2 adaylıkla.
Sean Penn tamamiyle senaryoya
bağlı bir anlatım gerçekleştirse de kendisi ile beraber Görüntü yönetimi de
saygıyı hakeden boyutta. Mutlaka seyredilmesi gereken bir film. Müzikleri ruha
dokunan görüntüsü ile içinize işleyen bir film "Into the Wild"
Lord Byron'un şiiri ile
bitirelim:
Mutluluk uçsuz
bucaksız ormanlardadır,
Bomboş
sahillerdeki çoşkudadır,
İnsan elinin
değmediği yerdedir,
Denizin
diplerinde, gürlemesinde,
İnsanları severim
ama doğayı daha çok severim
puanım : 9.5
Ek bilgi Jon Krakauer'in Into the
Wild adlı kitabı gerçek yaşamdan alınmıştır. Kahramanı Cristopher McCandless
adlı gezgin. Jim Gallien kendisini oynamıştır burda kim olduğunu yazmayacağım.
Seyrettikten sonra anlarsınız. Aşağıdaki fotoğraf gerçek Cristopher McCandless'e ait.
6 Ağustos 2017 Pazar
The Mummy - Mumya (2017)
Orijinal Adı : The Mummy
Türkçe İsmi : Mumya
Yapım Yılı : 2017
Tür : Aksiyon - Macera - Korku - Fantazi
Süre : 1 Saat 50 Dakika
Yönetmen : Alex Kurtzman
Oyuncular : Tom Cruise - Sofia Boutella - Russell Crowe - Annabelle
Wallis - Jake Johnson
imdb puanı : 5.6
Paranın getirdiği saadet... Ya
para sen nelere kadirsin? Film yerine bunları yazsam daha etkili bir yazı olur. Tom Cruise'u sevmedim, sevemiyorum ve sevmeyeceğim. Hatta sinemaya yakıştırmadığım bir isim. Bu film ise onun uğruna atılmış tonlarca
para. Allah'tan yapım şirketi Universal Pictures da batmadılar bu filmden sonra.
Bu zamana kadar hep kaliteli
filmleri eleştirdik ve kritiğini yazdık kendimizi aşıp ilk defa kötü bir filmi
eleştiriyoruz. Çağın en kötü mumya filmi olabilir. Biz eskiden daha güzelini Brendan
Fraser ile seyrettiğimiz için bu film çağın en kötü mumya filmi. En kötü erkek oyuncu
kim olur deseler başa Tom Cruise'yi yazarım arkasına da Nicolas Cage'i ((bir
kaç filmi dışında hep kötüler)). Bir Ahududu Ödüllerinde en kötü Erkek Oyuncu
Performansı verilir.
Baştan söylemek istedim izlerken
sıkılıp kapatacağınız bir film The Mummy. Ben sıkılıp kapattıp sonra devam
ettim seyrettim. Ama o bile ağır geldi. Basit bir film ekleme yok çıkarma yok
paramız var çekiyoruz kardeşim filmi.
Nasıl basit olmasın ki çağın en
fazla para kazanan aktörlerinden bir olan Tom Cruise'nin adını ne zaman duysam
aklımda 1.60 boy ve o boya rağmen abartılmış şişirilmiş bir oyuncu. Acaba Scientology
Tarikatı olamasa adı sanı kalır mıydı? Düşünceliyim bu konuda.
Elinizde Brendan Fraser yoksa
sevimli kahraman olamaz. Eliniz de Rachel Weisz yoksa filmin zaten devamı
gelmez. Filmle ilgili düşüncem basit bir düz mantık aslında senaryoya oyuncular
uygun değil, oyunculara yönetmen uygun değil, yönetmene harcanan para uygun
değil diyebiliriz.
Olağanüstü şekilde sıradan ve
basit bir senaryo hakim. Amerikan sineması artık yeni atılım yapmalı zombiler
nasıl sıradanlaşıp artık kusma pozisyonuna getirdiyse artık eski olayları
araştıran tarzlarda da gına getirdi.
Zayıf halkalara ne eklersen ekle
kopar filmde ki tek olumlu taraf Sofia Boutella'da malesef burada kopan
parçalardan. Adını daha çok duyurdu bu film ile ama Kingsman'den sonra biraz
geri götürdü kendini. Ama en kötü reklam bile değerlidir.
Yönetmen Alex Kurtzman sadece
yapımcı olmasını dilerim olmuyor yönetmenlikte. Bence en az yirmi kez ilk filmi
seyretmiştir. Ama taa 1999'da Stephen Sommers tarafından çekilen Mumya filmi kadar etkili bir film çekememiş.
Russell Crowe bu filmde nasıl
oynar diye düşündüm aklıma ilk söz geldi. Para sen nelere kadirsin?
puanım : 4
sinemayla kalın...
6 Mayıs 2017 Cumartesi
American Gods
American Gods
Yapımcı : Starz
2017 - ...
(Fantezi - Drama -
Gizem)
İzlenmesi gereken dizilerde karşımızda American Gods var.
Drama, gizem ve fantezi tarzında gösterime giren American Gods , Neil Gaiman'ın
aynı adlı romanından uyarlama senaryosu ile yayın hayatına başladı. Gaiman
yanında destek veren kişilere bakacak olursak Bryan Fuller (Hanibal Tv
serisinde yazar) - Michael Green (Logan'ın yazarlarından biri) - Craig
Cagielski (Camelot'un yapımcılarından biri) olduğu görülürse kaliteli bir yapım
vaat ettiği bir gerçek.
Hikayeye girmeden önce kısa film tadındaki Vikingler ve
onların tanrısı Odin'e sundukları değerler yüzünden gerçek konuya girmek biraz
zor oluyor. O tarz işlenmeye devam edilse çok daha aykırı ve görüntü kalitesi olarak
o kadar yükseğe koyarlardı ve belki de Spartaküs'ün özellikle ilk sezonda ki
görüntü kalitesini tarihe gömerlerdi.
Hikaye hakkında bir bilgi verecek olursak tanrılardan önce
odak noktası baş karakter Shadow Moon'a kaymaktadır. Üç yıl hapse mahkum edilen
ve sadece günler kalırken çıkmasına bir olay sonrası erken tahliye edilen
Shadow Moon kendisini geçmişini sorgulayarak hikayeye giriş yapıyoruz.
Bay Wednesday (kendisini o gün tanıttığı için bu adı
kullanıyor - - - ayrıca en önemli bilgi
ise Tanrı Odin'in kullandığı isimlerden biri) İle Shadow beklenmedik şekilde
karşılaşıyorlar ve yolları kesişip Shadow'a kalıcı ve maddi yönden tatmin edecek
bir iş sunmaktadır. Geçmiş tanrıları günümüze uyarlama amaçları olan bir iş.
İlk sezonu toplam sekiz bölüm olarak çekileceği açıklanan American
Gods'ın şimdiden sekizinci bölümünü merak ettim (Come to Jesus - adıyla yayınlanacağı
ve sezon finali yapacağı için).
Bazı sahneler ne kadar abartılsa da izlenmek için en önemli
kısım dün bugün yarın gibi çok klişe bir konu benimsenmemiş onun yerine çok geçmiş
olan tanrıların zamanı ile şu an olan bakış açıların tek noktada toplanması
diyebiliriz.
Genel olarak incelemeye geçersek:
2011 yılında HBO tarafından kitabın dizi haline getirileceği
konuşulmuş ama Game of Thrones'e daha çok yönelmek isteyince rafa kalkmış bir
yapım olarak kayıtlara geçmiştir. Açıkçası o dönemde Game of Thrones'in
karşısına kim çıkarsa çıksın alaşağı edeceği bariz belli. Kanal da doğru yapım üzerinde
durduğu da aşikar.
HBO daha fazla bir şekilde 2014 yılında kitabın üzerinde
durmasına rağmen ve senaryoyu üç farklı isimlere yazdırmasına rağmen yine
istediğini alamadı ve Starz ile yolculuğa da o tarihten sonra başladı yapım için yaklaşık
iki sene beklendi (ki ilk fragman da 2016 Temmuzunda yayınlandı) ve karşımıza
bir Starz yapımı olarak geldi American Gods.
Kitabında birçok tanrının günümüze ayak uyduramadığını
gördüğümüz ama tv serisinde bunları bu kadar göreceğimizi tahmin etmiyorum. Her
ne kadar tüm tahminler eski tanrıların günümüzde neden alakalı olamadığını
göstereceğini iddia eden yazılar okusam da.
American Gods ismine ile alakalı olduğuna bakacak olduğumuz
da var olduğuna 1400'lü yıllara kadar kimsenin haberi olmadığı Amerika'da
tanrıların bile sonradan geldiğini görmekteyiz.:) ki dünya milyar yaşını aşmış
ama kendilerine ait bir tanrıları bile yok ondan şu zamanda geldiklerini hayal
etmekten öteye geçememiştir. Kavramsal olarak eleştirimin temeline hikayeyi
oturtmuş olduğumuz dizide kuşkusuz önemli olan şey ise oyunculuk.
Oyuncu bazında Bay Çarşamba rolünde ki Ian McShane'nin
kusursuz performansı sadece seyredilmek ile de kalmaz efsane önünde şapka çıkartılır.
Şu dizide ki oyunculuğunu bir kaç seviye yukarıda olan filmlerde gösterse
Akademi Ödülünü o kadar rahat alabilir. Saygı ile önünde eğiliyoruz. Shadow Moon'u
oynayan Ricky White ismini duymadığım ama bu role de olmuş diyebileceğim bir isim
olarak karşımıza geliyor. Gerçi Ian McShane'nin karşısında değil Ricky White
değil ki oynarsa oynasın ezilirdi.
Sonuç olarak en azından ilk sezonun seyredilmesi gerekir.
29 Nisan 2017 Cumartesi
The Darwin Awards - Darwin Ödülleri
Orijinal Adı :
The Darwin Awards
Türkçe İsmi : Darwin
Ödülleri
Yapım Yılı : 2006
Tür : Komedi -
Macera - Romantizm
Süre : 1 Saat 34
Dakika
Yönetmen : Finn
Taylor
Oyuncular : Winona
Ryder - Joseph Fiennes - David Arquette - Metallica - Kevin Dunn - Juliette
Lewis - Tim Blake Nelson - Chris Penn - Wilmer Valderrama
imdb puanı : 6.0
Öncelikle Darwin Ödülleri'nin
nerden geldiğini belirtelim. Her sene verilen bir ödül ama bu ödülün veriliş
şekli bir alanda elde edilen başarı değil tam olarak söylersek tam bir
salaklık. Bu ödülün veriliş amacı ise tuhaf yollarla kendilerini öldürdükten
sonra var olan gen havuzunun daha kaliteli olmasını sağladığı için bu ödül
verilmektedir. Örnek olarak verebilecek olursak: "Mısır'da bir aile. Azgın nehre kaçan tavuğu kurtarmak için
atlayan kişi. Onu kurtarmak isteyen aileden başka bir kişi ve daha başka
kişiler. Nehirde sürüklenirken onları kurtarmak için atlayan aynı aileden dört
kişi daha. Sonuç da ise tavuğun kurtulması. Ama altı kişilik bir ailenin yok
olması."
Bu şekilde daha iyi anlattık
sanırım.
Filme geçecek olursak;
Bir sigorta şirketinde çalışmak
isteyen Michael Burrows (Joseph Fiennes) belli bir süre zarfında sigorta
şirketine gelen maddi olayları inceleyerek zarara uğramasını engellemeye
çalışması. Bu araştırmalarını yaparken de Siri (Winona Ryder) adlı şirket
görevlisi ile yapması.
Birkaç öykünün birbiri etrafında
döndüğü olaylar silsilesinin anlatılması filme ayrı bir tat katmış. Yani kısaca
Darwin Ödüllerini nasıl alınacağı konusunda on - on beş dakikalık vakalardan
oluşan konuların geçtiği öyküler. Kara komedi düşüncesi ile geliştirilen ama
mizahi bakış açısı ile normal bir komedi filmi sınıfında buluyor kendini.
Filmin yönetmeni ve yazarı olan
Finn Taylor ismini fazla duymadığımız bir 2006 yılı bu yapımından önce Balıklar
ve Rüyalar adlı 1997 yapımı bir filmi bulunmaktadır.
Oyuncu kadrosunda ise bir çok
ünlü ismi içinde barındıran filmin asıl iki karakteri Winona Ryder ve Joseph
Fiennes tabii ki ikisinin birbirleri ile uyumu ve çatışmalarının yalınlığı izleyiciye
güzel aktarılmış.(keşke biraz daha kısa tutulsaydı bu ikilive daha çok
ödüllerin orijinalliği ön plana daha fazla çıksaydı.) Komedi, romantizm, macera
bu ikili ile beraber farklı noktalara çıkmaktadır.
Ara ara verilen gereksiz
bilgilerinde özenle seçilip işlenmesi de farklı bir hava örneğin insanların
%2'sinin banyoda sabuna basıp sakatlanması gibi :)
Filmin asıl eleştirilmesi gereken
konusu ise daha ağırlıklı olarak Darwin Ödüllerine odaklanması gerekmekteydi.
Biraz kadın erkek ilişkisi ve cinayet sahnesinin üzerinde fazlaca durulması
eleştirilecek noktası.
Metallica'nın bile kadrosunda
olduğu filmi seyrederken aklıma gelen Chris Penn'in son performanslarından biri
olması bu filmden sonra ebediyete intikal etmiş olan Chris Penn içinde
seyredilecek filmler arasında yerini almalı.
Bu filme yapılan en büyük
haksızlık ise "R" bandrollü(yaş sınırlaması) olarak yayımlanmış
olması. Bu yüzden istenen seviyeye gelememiştir. Ve sinemacıların hayal
kırıklığına sebep olmuştur.
puanım : 7.6
26 Nisan 2017 Çarşamba
Arrrugas - Wrinkles - Kırışıklar
Orijinal Adı :
Arrugas - Wrinkles
Türkçe İsmi : Kırışıklar
Yapım Yılı : 2011
Tür : Animasyon -
Dram
Süre : 1 Saat 29
Dakika
Yönetmen : Ignacio
Ferreras
Seslendirenler : Tacho
Gonzalez - Alvaro Guevara - Mabel Rivera - Raul Dans
Yapım Yeri : İspanya
imdb puanı : 7.6
İlk defa bir animasyon filmi
inceleyeceğim. Kırışıklar insanoğlunun yaşamından her daim keyif almasını
gerektiren bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. 2012 Goya Ödüllerinde En İyi
Animasyon ve En İyi Uyarlama Senaryo ödüllerine sahip olan ((Üstelik 1940 yılı
Franco iktidarına karşı direnen kişileri anlatan Uyuyan Ses - La Voz Dormida'yı
ve Pedro Almadovar yönetmenliğini yaptığı İçinde Yaşadığım Deri - La Piel Que
Habito'yu geride bırakarak)) İspanyol animasyon filmi.
Huzurevlerinin derinliklerine
balıklama dalacağımız bir film. Başta belirtmek gerekirse bu filmi seyretmek
gerçekten de sıkı bir yürek ister. Kimiz, neyiz, ne olacağız ve nereye
gideceğiz? Geldiğimiz yer de gittiğimiz yer de belli aslında ama önemli olan o
dar kalıp içinde neler yaptığımız. Yaşamımızda her şey olacak en nihayetinde
umutsuzluğumuzda olacak umudun en üst noktaları bizlerde birer Emillo olacağız.
Filmin afişi her şeyi anlatıyor sanırım.
Bu şekilde özetine ufak giriş
yapacak olursak Miguel, Emillo ve diğerleri huzurevlerine bırakılmış
yaşlılardır. Burada kendi dünyaları var hayallerine ait bir dünya hem kocaman
hem de hayallerine dar gelecek çitlerle çevrilmiş gerçek yaşam alanları. Her
insanın hayalleri gerçekleştirmek istediği ama yaşlıların tek bir hayali vardır
gerçekten mutlu olabilecekleri genç bir beden. Bu film kaybedilen zamanları
yüzümüze vurmakta.
Emillo huzurevine yeni gelen
yaşlı. İlk başlarda dost olmaktan kaçınır ama daha sonra Miguel ve arkadaşları
ile arasında ki bağ güçlenir. Emillo bakıma muhtaç alzheimer hastasıdır. Ama
hastalığının ilk aşamalarında Miguel ise Emillo'yu kurtarmak için her şeyi
yapmaya çalışan dost. Çünkü ilerlemiş alzheimer hastaları huzurevinin en üst
katına götürülmektedir. Burada olanlar sadece ölümü bekleyen ümitsizlerdir.
Miguel bunu bildiği için ne olursa olsun Emillo'yu o kata çıkarmamaya
çalışmaktadır.
Yaşama sevincinin önemi dışında
arkadaşlığın dostluğun önemiyle daha da derinlere inmekte film. Abartısız
tasvirler ile ne kadar düz anlatılırsa anlatılsın o kadar duygu yoğunluğu
içimize işlemektedir. Bunları öyle veriyor ki filmimiz önce hüzünlendirip dramı
ruhunuzda işliyor.
Yaşamımız elimizde her ne olursa
olsun kendimize yapmaktayız. Önce parayı arar insanoğlu bulursa dilediğine
sahip olacağını sanar. Sanmakla da kalmıyor dünyaya hakim olacağını düşünür.
Asıl önemli olan para değil
zamanın kıymetidir.
Her neyse bu film hakkında
düşüncelerimi Jim Carrey sözü ile kapatalım: "Tanrım, bir gün bütün
insanlara istedikleri kadar para ver ki asıl ihtiyaçlarının o olmadığını
anlayabilsinler."
puanım : 7.9
21 Nisan 2017 Cuma
Split - Paçalanmış
Orijinal Adı :
Split
Türkçe İsmi : Parçalanmış
Yapım Yılı : 2016
Tür : Gerilim -
Psikolojik
Süre : 1 Saat 57
Dakika
Yönetmen : Martin
Night Shyamalan
Oyuncular : James
McAvoy - Anya Taylor Joy - Betty Buckley
imdb puanı : 7.4
Başta söylemek istediğim ayrıntı beklediğimden
çok daha iyi film olduğu konusudur.
Split...
Martin Night Shyamalan'ın en
önemli filmi kuşkusuz Bruce Wills'in Altıncı His filmidir. Ki o filmin de hem
yönetmenliğini yapmış hem de senaryosunu yazmıştır. Çıtayı daha üçüncü filminde
çok yükseğe koyan Shyamalan açıkçası The Village - Köy filmi dışında o noktaya
asla gelemedi ta ki Split - Parçalanmış'a kadar. Yine Bruce Wills'in başrolünde
olduğu 2000 yılı yapımı olan Unbreakable - Ölümsüz adlı filmi Parçalanmıştan
önce seyretmenizi şiddetle tavsiye ederim. Hemen hemen aynı afişleri da
taşıdığını belirtmek gerekir.
(Konuları bağımsız olsa da devam
filmi şeklindedir ama bana göre bu filim ondan daha iyi :)
Bir doktor değilim ama bu filme
geçmeden önce kişilik bozulması hakkında ufak bir giriş yapacak olursak. Tıp terimi
Dissosiyatif Kimlik Bozuklğu olan kendiiçinde yarattığı kişiler ile beraber
yeni kimlik çıkaran türdür. Birden fazla insan ile yaşadığınızı düşünün
hepsinin özellikleri farklı olacak elbet. Bir bedenin içinde birden fazla
özellik. Kimi duygu açlığı çeken biri, kimi bir kadın, kimi güçlü bir adam,
kimi çaresiz bir çocuk. Hepsi farklı şeylerden hoşlanan, farklı yaşamlara sahip
hatta farklı hastalıkları olan bireyler.
James McAvoy'un Britanya
vatandaşı olduğu için çok şişirilmiş bir oyuncu olduğuna inanıyorum. Eğer Britanya
pasaportu olmasa McAvoy'da buralara çıkacak çok büyük bir yetenek olduğunu
düşünmüyorum. Yiğidi öldür hakkını ver sözü de tam da bu noktada karşımıza
çıkıyor yapabileceği oyunculuğun hat safasında. O kadar başarılı oyunculuğun
olacağını hiç düşünmemiştim.
Martin Night psikolojik - gerilim
tarzının eniyi örneklerini James McAvoy üzreinden göstermiş.
Herkesin içinde farklı bir
kişilik vardır. Ama bizler yada daha doğru bir deyişle normal insanlar bu
farklı kişiliklerini bastırır. Anormaller bunu başaramaz. Filmde tam olarak bu
anormallerden biri olan kahramanımız
Kevin'dır. Filmin afişinden de gördüğümüz gibi onun tam tamına 23 farklı
kişiliği var 24. kişiliğini çıkarmaya
çalışmaktadır bu da en üst kişilik.
Diğer insanlar gibi değil daha
güçlü, daha canlı, daha farklı ve daha tanrısal. Her şeyi kontrol etmek isteyen
bir benlik. Tanrı ile düşmanlık belki de tanrının kendisi olmaya adayan bir
kişilik.
Senaryo bakımından biraz sönük kalmış
ne olabileceğini tahmin etmeniz zor değil özellikle de üçlü kaçırılan kız
hakkında. Sanki Night Shyamalan acizliği bu karakterlerde göstermek istercesine
daldıkça dalmış bunların üzerine. İnsanlar aciz kişilikte olduğu elbette bir
gerçek ama bunları kontrol eden kumanda da yine insanın elinde olduğunu unutmuş
daha önceki filmlerinde de olduğu gibi(Köy - İşaretler vs.vs.)
Asıl hikayeye yavaş yavaş girmesi
temponun yükselmesi McAvoy'un performansının bir o kadar artması ile filme
girip çıkamıyorsunuz. Kişilikler arttıkça bu kimdi özelliği neydi diye
sorgulamalar başlıyor. Film insanlıktan çıkma sahnelerine kadar gerçekten çok etkili
ve çok iyi ama son karakterde gerçeklik duygusu körelmeye başlıyor. Kendi bedeninde
tanrısal kişiliği yarattığı için abartı sahnelerin de arttığını belirtmek gerekir.
Özellikle James McAvoy'un dans
ettiği sahne de kusursuz bir manyak görünümünde :)
Jenerik geçişlerinde bile ekranın
24'e bölünmesi çok ilgimi ayrıca çekti.
Bu kısımdan sonrası filmle
alakalı değil ama Martin Night Shyamalan bu yazacağım kısımdan örnek
alıp hikayesini oluşturmuştur. Yaşam öyküsü farklı olan Billy Milligan adlı bir hasta 24 karakteri olan
tek beden de yaşayan biri. Tecavüz, hısızlık ve daha bir çok suçtan tutuklanan Billy'i
bu noktalara iten şey ise acımasız hayat. Çocukken geçirdiği cinsel taciz ve
istismar dolayısıyla ((bu tür hastaların en bilindik nedeni)) cinsiyetleri, yaşları
ve hatta milletleri farklı olan kişileri iç dünyasında yaratmıştır. Tam 24
karakter türetmiştir sadece bir bedene hapis olan. Bunlardan bazıları şiddet bağımlısı biri, İngiliz biri, Yugoslav biri, lezbiyen bir
kadın ve daha bir çok karaktere sahip kişilikler. Üstelik kişiliklerinde Split
- Parçalanmış filminden de göreceğimiz gibi sağ elin verdiğini sol el
bilmiyordu. Yani kısaca örnek verecek olursak İngilizin yaptıklarını başka
kişiliği bilmiyordu. Bu hikayeden konunun alındığı bir gerçek ve Billy Milligan
2014 yılında hayata gözlerini yumuyor.
Oyunculuk bazında 10 üzerinden 9 olan bu filmde genel olarak
puanım : 8.5