Orijinal Adı : The Danish Girl
Türkçe İsmi : Danimarkalı Kız
Yapım Yılı : 2015
Tür : Dram - Biyografi - Romantik
Süre : 1 Saat 59 Dakika
Yönetmen : Tom Hooper
Oyuncular : Eddie Redmayne - Alicia
Vikander - Matthias Schoenaerts - Adrian Schiller - Amber Heard
imdb puanı : 7.1
20.yüzyılın
başlarında gerçekleşen yabancı vücutta var olma çabalarından bir sanat
gösterisi. Tarihin ilk transseksüeli Ressam Einar Wegener'in Lili Elbe'ye
dönüşü. Einar Wegener'in karısı Gerda Wegener de ressamdır. Hayatlarına konuk olduğumuz filmi yönetmenlik koltuğuna oturan Tom
Hooper sayesinde seyrettim ve tanıdım. Acaba bu sefer herkesin sevdiği
yönetmeni görebilir miyim diye? Ki göremedim maalesef yer yer olayları
derinlemesine verememesine rağmen fena bir iş çıkardığını da söyleyemem.
Şimdilik Tom Hooper'ı bir kenara bırakalım filmin incelemesine geçmeden Einar
Wegener hakkında bilgiler vermeye geçelim.
Kısaca
kimdir? Nedir? Tanıyalım: Einar Wegener Danimarka doğumlu olan bir ressamdır daha
doğrusu bir insan. Karısına verdiği pozlarla bildiği hayatı değişen bir insan.
İçindeki var olan ama hiç çıkarmadığı kişiliği ortaya çıkan bir insan. Yanlış
beden de doğan hayatına böyle devam etmek istemeyen bir insan. Bastırılmış
duygular ile kendisini kısıtlayan ama bu bastırılan duyguların bir yerde
patlayacağını bilmeden yaşayan bir insan. Günlüklerinde hayatına ilişkin her
şeyi tutan kendisini anlayan bu yolda kendini gören herkese ilham kaynağı olan
bir insan. Her cümlenin ardına getirdiğimiz gibi o bir İNSAN. Doğdu, yaşadı,
fikirlerine inandı inandığı uğruna her şeyini yola serdi. Ben bu filme hiç bir
zaman aktivist yada feminen gözlerle bakılmayacağını düşünüyorum. Aslında öyle
bir hayat yaşamış ki bu yaşam; dayanma gücünü, inanmayı ve hatta insan olmayı
göz önüne seriyor.
Filme geçecek olursak:
Filmin
en sevdiğim noktasından başlamadan geçemeyeceğim; filmin adı. sade ve çok da
yakışmış bir isim "Danimarkalı Kız".
Aşk
nedir? Sevgi nedir? Sevdan için neler yaparsın? gibi soruların anlamını biraz
olsun kavratabilen bir film var karşımızda. Sevgin için neler yaptıklarından
daha çok daha neler yapabilirsin sorusuna karşılık alıyoruz.
"Böyle
bir sevgiyi hak edecek ne yaptım?" Baştan sona bu hikaye etrafında dönen
bir film bu etkili söz ile film kurgulanmış ve filmin aynası olmuş. Gerçek
yaşamdan daha çok aşka ve sevgiye yönelmesi de biraz Tom Hooper'ın
kaygılarından kaynaklanıyor olabilir. daha çok sevgi daha çok mutluluk daha çok
hüznü o kadar tasvirlemiş ki bir türlü iç dünyalara net bir şekilde yansıtamaması
filmin en büyük eksisi.
Başta
da belirttiğimiz gibi 20. yüzyılın başlarına götürüyor film bizi. Dünya savaşı
gören ve ordan yavaş yavaş çıkan tarihlere götürüyor bizi film. Her şeyin
yıkıldığı Avrupa'da her şey baştan kurulmaya başlıyor. Sanatçıların bile
yoklukta kalabileceğini filmde anlayabiliyoruz. Odaların genelde boş olduğu dış
mekan tasvirlerinde halkın iyi durumda olmadığını gözlerimizin önüne serse de
bazı noktalarında ki detaylar (bale dersler vs.) hayatı yeniden kurma yoluna
girdiklerini gösteriyor.
Peki
hayatın üzerine yeni bir hayat inşa etmek nasıl bir zorluk olabilir. Tanıdığın,
bildiğin bedeni terk edip yeni bir kimlik kazanmak şu an için değil ama o
dönemler için nasıl olabileceğini bir düşleyin. Bunu başarmak değil düşlemek bile
hayallerin ötesinde bir davranış.
Filmi
irdelerken akıllarda kalan ayna sahnesi gerçektende böyle mi düşünüyorlar demek
geldi içimden acaba bir ayna görüntüsü ile mi tüm yaşamları
değiştirebiliyorlar. Daha doğrusu bildikleri yaşamları bu şekilde mi
değiştiriyorlar?
Gelelim
öncelikle yönetmene: " Aslında olayları durumu batıran bir Tom Hooper var
karşımızda. Olayları insanların görmek isteyeceği bir şekilde anlatıp iç
dünyalarına girmemesi biraz filmin sönük kalmasını sağlamakta. Derin anlamları
çok fazla olan bir yolculuğun üzerinden sadece kimlik karmaşasını çok iyi
irdelemiş. Lili'nin dünyasını yansıtırken aslında dünyası kararan Gerda'yı çok
arka plana atmış. Lili ile birlikte inceleyeceği Einar Wegener'in üzerini
tamamı ile silip yolculukta tek koltuk kullanmış. Onu da Eddie Redmayne'ye teslim etmiş işi
bitirmiş gibi. (Daha önce de King's Speech'de de Colin Firth'e aynısını
yapmıştı.) Çok iyi yönetmen mi? Bence çok çok iyi olan oyuncuların elinde iyi
yönetmenlik sıfatına erişebilen biri.
Oyunculara
geçecek olursak; cinsel kimlik karmaşası aslında filmin başında göz önünde
olmayan ama giderek ağırlık kazanan duyguyu o kadar iyi yansıtmış ki Eddie
Redmayne bazı sahnelerinde acaba oynayan Tilda Swinton mu diye ara ara düşündüm
(ben çok benzettim). Giderek verdiği
çaresizce duyguları yönetmen bazı noktalarda çok kesmiş ve yönetmene rağmen çok
iyi performans sergilemiştir. Benim son zamanlarda gördüğüm en kusursuz
oyunculuktan biri. Eğer Stephen Hawking'i canlandırdığı The Theory of
Everything en iyi oyuncu ödülünü hak ettiyse (((hakkı yenen Benedict
Cumberbatch ile Imitation Game (Yapay Oyun) filmi ile)) bunda kesinlikle en az
Leonardo diCaprio (The Revenant - Diriliş) kadar Oscar heykelciğini hak etmiş.
Alicia
Vikander rolünün hakkını öyle bir vermiş ki.Gerçekten hem ressam olmuş, hem
Ressam Einar Wegener'in karısı olmuş, hem de Lili'nin dostu. Az kaldı
gösterildiği her sahne. Keşke yönetmen Lili'nin günlük dünyasından daha fazla
odaklansaydı Gerda karakterinin iç dünyasına ve onunla birlikte Einar'ın içine.
Rolün içine işleyen duru bir güzellik. Filme girdiği her açıdan filmin yukarı
taşınmasını sağlamış ki ben ne kadar iltifat etsem az kalmış olacak ki Oscar Heykelciği bu film ile kendisine
verilmiştir.
Yan rolde Matthias Schoenaerts'ın da hakkını yememek gerekli gayet başarılı bir iş çıkarmış.
Kostümler
harikulade.
Son
söz: Seyretmelisiniz her şeyden önce yargıladığınız burun kıvırdığınız herkes
"İNSAN" sonuçta. Toplumun her kesiminin insan olmaya ihtiyacı var.
puanım : 7.7
sinemayla kalın